Ben Kimim
Ben Zeynep,
Psikoloji ile yollarımız 2010’da Boğaziçi Üniversitesi’nde kesişti. Doğrusunu söylemek gerekirse, bölüme başlarken ileride bu alana meftun olacağımdan habersizdim. Ancak yıllar içerisinde, bunun bir meslek olmasından çok öte bir anlamı olmaya başladı. Beni kendine aşık eden tam da buydu;
Etiketinden ziyade muhtevası. İnsanı anlamaya çıktığım yolda her geçen gün kendime daha büyük bir merakla yaklaşıyor gibiydim.
Yolun başında ilk durağım Bilişsel Davranışçı Terapi oldu. Uzun süre insanın düşünce dünyasını keşfetmeye, bilişlerinin duygu ve davranışları üzerindeki etkilerini kavramaya çalıştım. Klinik Psikoloji aşanında yüksek lisans yaptığım üniversite de bu ekolü takip ediyordu.
Ardından travma ve beden odaklı yöntmelerden, Sensorimotor Psikoterapi ile tanıştım. Bedenin bilgeliği karşısında saygıyla eğildim. Derin ilişkiler kurma, üretme, karar alma gibi pek çok yaşamsal becerinin bedenin güvende hissetmesinden geçtiğini öğrenmek, insanın zihinden ibaret olmadığını fark etmek oldukça çarpıcıydı.
Daha sonra ise Varoluşçu Psikoterapi ile tanıştım ve insanın, düşünce, duygu, davranış ya da bedenden çok daha büyük ve kapsamlı olduğunu gördüm. Ancak ve ancak bütünlükçü bir bakışla insanı gerçek manada ele alabileceğimize kanaat getirdim. Nietzsche’nin de dediği gibi;
“İnsanı parçalara bölerseniz geriye sadece kötü bir koku kalır.”
Şimdi hem kendime hem hikayesine eşlik ettiğim danışanlarıma bütünlükçü bir bakışla yaklaşma gayretindeyim. Bu gayretin içinde terapötik ilişkiyi teknik müdahalenin üstünde gören bir terapist olduğumu söyleyebilirim. Bilimin ışığında ilerlediğim yolda, yöntemlerin aracı; asıl iyileştirici gücün ise terapi boyunca insan insana kurulan ilişki olduğuna inanırım.
Bu yüzden bir danışanla yola çıkacaksam, evvela ona kalbimde yer açmaya niyet ederim.
İnsanı anlamak; okuyarak, öğrenerek, deneyimleyerek bitmeyecek uçsuz bucaksız bir deniz gibi. Biliyorum ki anlamaya yaklaştığımı zannettiğim an; yalnızca o anlık kesitten ibaret. Fakat insan, her an varlığını imar ve inşa eden bir varlık. Bu dinamizm, içimdeki anlama ve araştırma ateşini daima sıcak tutuyor.
Mevlana’nın dizelerindeki gibi;
“İnsan bir konukevi gibidir
Her sabah yeni biri gelir.”
Kendime ve misafir olduğum hikayelere duyduğum merakı bu şekilde özetleyebilirim sanırım.